DEĞERLİ OKURLARIM BUGÜNE KADAR HABERLERİ FORUMDA YAYINLIYORDUK FAKAT FORUMLARDAKİ HABERLERİMİZİ YİNE DEVAM ETTİRECEĞİZ AMA BU BÖLÜMDEN HABER YAYINIMIZ DEVAM EDECEKTİR OKURLARIMIZA DUYRULUR
Devlet ve toplum tarih 08.10.2010, 14:30 (UTC)
Bir yanda Avrupa’nın en hızlı büyüyen, ihracatını arttıran, dünyanın en büyük on altıncı ekonomisine sahip, gelişen bir toplum var.
Bir yanda, durduğu yerden kıpırdamak istemeyen, her türlü gelişmeyi engellemeye uğraşan, Kürtlere anadilde eğitimi yasaklayan, başörtülü kızları üniversiteye sokmayan, Alevilerin ibadethanesine ibadethane demeyen bir devlet var.
Bu ikisi yan yana duramaz.
Bu büyük hareketin ve kalkınmanın, devletin donmuş yapısı içine sığmasına imkân yok.
Devlet, toplumun gelişmesini engellemek ve bela çıkartıp, toplumu kaosa itmek için yıllarca uğraşmış.
Her türlü melanet çıkıyor devletin içinden.
Gazetenin tepesindeki üç büyük habere bir bakın.
Hrant Dink’i öldürtmek için Mafya’yla anlaşma yapan bir devlet görevlisi.
Gazetecileri yasadışı yollarla dinletip kasetlerini saklayan bir başka devlet görevlisi.
Ve, derin devlet tarafından öldürüldüğünden kuşkulanılan bir cumhurbaşkanı.
Asıl görevi “sorunları çözmek” olan bir devlet, neden Türkiye’de sorun yaratan bir yapıya dönüşüyor?
Neden ülkenin ve toplumun kalkınıp gelişmesini sürekli bela çıkartarak engellemeye çalışıyor?
Çünkü bu devlet yapısı, bugünkü Türkiye’yi yönetemez.
Zenginleşen, gelişen, güçlenen bir Türkiye’nin dizginlerini elinde tutamaz.
Onun için devlet, “şikeci bir jokey” gibi sürekli olarak yarıştaki toplumun dizginlerini kasmaya, onu durdurmaya çabalıyor.
En çok korktukları şey halkın gelişmesi.
Ama hayat “şikeyle” yönetebileceğiniz bir at değil.
Bir yerden sonra susta atıyor, gizli suçlar, suikastlar, darbe hazırlıkları, cinayetler birer birer ortaya çıkıyor.
Siyasetçilerin ve medyanın bir kısmı hâlâ bu gerçeği saklayabilmek için kıvranıyor.
Saklayamazlar.
Bu toplum, bu devleti değiştirecek.
Şimdi asıl sorunumuz, devleti değiştirecek olan toplumun kendi değişimini, döküp saçmadan gerçekleştirmesi.
Toplum zenginleşip kalkınıyor, devletin dar kalıplarını kırıyor ama o devletin “toplumun zihnine yerleştirdiği” engelleri ve hastalıkları temizlemek o kadar kolay olmuyor.
Toplumun her kesimi, devlete ayrı ayrı, kendisine dokunduğu noktalarda karşı çıkıp değiştirmeye uğraşıyor.
Ama bu kesimler birbirlerine yardım etmiyor.
Tam aksine birbirlerine karşı devleti tutuyor.
Başörtüsü yasaklarından yakınan dindarlar içlerindeki “milliyetçi” damarı temizleyemedikleri için “anadilde eğitim” konusunda Kürtlere yardımcı olmuyor, Kürtler devletin vesayetini kıracak ortak bir demokratikleşme hareketinde “bu değişimde bizimle ilgili bir şey yok” deyip kenara çekiliyor, Aleviler Sünnilerden korktukları için yıllarca kendilerini kimliklerini saklamaya zorlayan Kemalist devletin baskılarını savunuyor, solcuların bir kısmı “sisteme muhalefet” etmekten vazgeçip “iktidara muhalefet” etmeyi öne alıyor.
Türkiye’nin doğal bir şekilde yaşaması gereken değişim, toplumun kendi iç çelişkileri yüzünden zorluklarla karşılaşıyor.
Bu “iç çelişkiler” değişimin sürecini uzatıyor yalnızca.
Yoksa, sonunda Kürtler anadilde eğitim yapacak, başörtülüler üniversiteye girecek, Alevilerin cemevleri ibadethane olarak kabul edilecek.
Bugünkü ekonomik yapısı, kalkınması, üretimi, ihracatı, gücüyle bu toplum, bu değişimleri hak ediyor çünkü.
Kendi gücüyle devleti geriletiyor.
Ama her biri devleti geriletirken sadece kendine bir yer açmaya uğraşıyor.
Bu mümkün değildir, bu devleti ve toplumun yapısını tümden değiştirmeden kimse tek başına özgür olamaz, bu gelişimden hak ettiği payı alamaz.
Sonunda bu toplum gerçeği kavrayacak.
Ona bu gerçeği, kendi gücü kavratacak.
Böyle bir güç ve zenginlik, kaçınılmaz olarak “ortak bir aklı” da yaratır çünkü.
ahmetaltan111@gmail.com
KAYNAK:TARAF
'Güçlü Türkiye, ABD İle Ters Düşer!' tarih 08.10.2010, 14:21 (UTC)
Rusya'da yayımlanan Moskovskiy Komsomolets gazetesinin 8 Ekim 2010 tarihli sayısında, Andrey Yaşlavskiy imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan Rusça yazının çevirisi şöyledir:
MOSKOVSKIY KOMSOMOLETS:
POLONYA VE TÜRKİYE SÜPER DEVLET OLACAK
Friedman'dan bir senaryo: Dünyada güçlü yeni devletler ortaya çıkacak. Friedman bunlara örnek olarak Japonya, Türkiye ve Polonya'yı gösteriyor. Rusya, takriben 2020'de bölünürken Türkler Kafkasya'ya doğru ilerleyecek. O dönemlerde Türk ekonomisi, dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olacak. Rusya çöktüğünde Türkiye kendini tam bir asırdır sahip olmadığı bir konumda bulacak. Kaosa saplanan zayıf ülkelerle çevrili Türkiye, ekonomik varlığını bütün bölgeye yayacak, bütün İslam dünyası için bir cazibe merkezi hâline gelecek. Türkiye'nin güçlenmesi, ABD'nin büyük stratejisiyle zıt düşecek. Rusya'nın çöküşü, Doğu Avrupa ülkelerine, Doğu'ya karşı daha saldırgan bir politika uygulama imkânı verecek. Doğu Avrupa, Avrupa'nın en dinamik bölgesi olacak. Rusya'nın dağılmasıyla Doğu'ya doğru ilerlemeyi ve Beyaz Rusya ve Ukrayna'da tampon bölge oluşturmayı ilk isteyenler Polonyalılar olacak. Polonya, Doğu Avrupa ülkeleri koalisyonunun başını çekecek büyük, dinamik bir Avrupa ülkesine dönüşecek.
--Uzman Görüşü--
Aleksandr RAR konuyla ilgili şunları söylüyor: "Bölgesel devlet rolünde hak iddia etmek için Polonya ne gibi şartlara sahip olabilir? Bu tür hırslar muhtemelen var ancak Polonya'nın Avrupa'da önemli bir rol elde edebilmesi sadece Fransa, Almanya ve İngiltere ile birlik olma yolundan geçer. Ne Polonya ne Fransa ne de Almanya tek başına Avrupa'yı peşinden sürükleyebilir. Türkiye'ye gelince; onun, rolünü büyütmek için jeopolitik imkânları ve yeterli potansiyeli var. Türkiye İran'a cevaben nükleer güce sahip bir ülke de olabilir. Türkiye eğer AB'ye girerse daha önemli bir rol elde edecek. Ancak Avrupa ile iş birliği sona ererse Suudi Arabistan, Pakistan, İran gibi ülkelerin nüfuzuyla rekabet etmesi gerekecek ve bu noktada eski Sovyet coğrafyasındaki hiçbir ilerlemenin yardımı olmayacak."
Oksana Antonenko ise şunları söylüyor: "Türkiye önemli bölgesel bir oyuncu olacak. Ancak siyasi elitteki Avrupa yanlısı ve İslamcı yoldan giden gruplar hâlindeki bölünmeler Türkiye'nin geleneksel problemidir. Türkiye'yi zayıflatan bu iç zıtlığın aşılacağını pek sanmıyorum. Bundan başka, Türkiye'nin bölgesel liderlik hırslarına, Türklere karşı tarihten gelen bir korku duyan Arap dünyasının Türkiye'nin liderliğini kabul etmeyecek olması engel teşkil edebilir."
Kaynak: Moskovskiy Komsomolets
Tunceli ve 'Munzur Barajı'! tarih 08.10.2010, 14:19 (UTC)
'Ekim ayının başında iki üç günlüğüne Tunceliye gittim...' Murat Belge Yorumluyor...
Ekim ayının başında iki üç günlüğüne Tunceli’ye gittim. Bu hafta Tunceli Üniversitesi’nin düzenlediği, oldukça yoğun paneller programı olan bir sempozyum yapılıyordu.
Benim ilk gidişim Tunceli’ye, yani Dersim’e. Yalnız Tunceli değil, Türkiye’nin o bölgesi benim en az bildiğim, daha doğrusu hiç gidip görmediğim bölgesi. Tunceli’nin çevresindeki iller, kuzeyden başlayıp saat yönünde gidersek Erzincan, Bingöl (ve onun doğusunda Muş), Elazığ ve Malatya, onun güneyinde de Adıyaman, bugüne kadar ayak basmadığım iller.
Tunceli’nin bu saydıklarımın ortasında yer almakla birlikte birçok bakımdan onlara benzemeyen bir yer olduğunu biliyordum. Gidip görünce de başka türlü düşünmemi gerektirecek bir şeyle karşılaşmadım. Tunceli, bildiğimiz Anadolu “gelenekselliği”nin pek revaçta olmadığı bir (küçük) kent. Bunun başlıca iki göstergesi var: birincisi kadınların kılığı, kıyafeti; ikincisi de içki içilen yerlerin varlığı. Bu iki düzeyde Tunceli nitelikçe Türkiye’nin batılı kentlerinden farklı bir yer değil.
Dağ, tepe, güzel doğa biçimleri yaratır. Tunceli de böyle tepe yamaçlarında kurulmuş, inişi yokuşu bol olan bir kent. Bu aynı zamanda güzel manzaraların da, o manzaraları seyredecek yerlerin de bol olduğu anlamına geliyor. Bu “dağ”, “tepe” manzaralarına ek olarak bir de akarsular var: doğu yönünden gelen Pülümür’le batı yönünden gelen Munzur burada birleşiyor; kent, bu birleşmenin yarattığı üçgenin içinde kalıyor. Bizim günlerimizi geçirdiğimiz yükseltilerin dibinde, Munzur Nehri’ni ve vadisini görüyorduk. O günlerde çokça yağış geldiği için su bulanıklaşmış. Normal halinde masmavi görünürmüş (dediler).
Bu yazıda asıl anlatmak istediğim şey de bu vadi zaten. Çünkü burada bir baraj kurma projesi sözkonusu; hattâ bir kısım işine başlanmış sayılır. Ama kente ayak bastığımız anda, bu projenin bura halkı tarafından desteklenmediğini görüyorsunuz.
Boş kaldığım günde, Munzur Çayı’nın yeryüzüne çıktığı, “Gözeler” adıyla bilinen noktaya gittik. Oraya varıncaya kadar oldukça uzun süre derin bir kanyondan geçiliyor ve aşağıda Munzur köpürerek hızla akıyor. Kanyonun iki yanı genellikle duvar gibi dümdüz yükseliyor. Gözeler’de suyun aynı yerde birçok gözden fışkırdığını görüyorsunuz. Çok eski, çok ilginç biçimler almış ceviz ağaçları, söğütler var burada. Görünüşün yanısıra bir de yoğun ses, çağıldayan suyun kesintisiz uğultusu. Bu suyun nihaî kaynağı şüphesiz çevredeki dağların karı. Onun için şu sonbahar ayları, karların eridiği, dolayısıyla suyun en çok azaldığı mevsimmiş. Buna rağmen, bu kadar sulak bir yeri insan kolay kolay göremez. Bu vadi 1971’de Milli Park yapılmış.
Burada baraj kurulması fikrine akıl erdiremedim. Hasankeyf’e de akıl erdiremediğim gibi. Dünyada eşi benzeri bulunmayacak yerler bunlar. Buraları sıradan, sıkıcı bir baraj gölüne çevirecek kararı, talimatı nasıl verebilirler, aklım almıyor. Hem oralılardan dinlediğim, hem de kendim tahmin ettiğim, böyle bir barajın ekonomik bakımdan da öyle aman aman bir getirisi olmayacağı yönünde.
“Siyasetçi” denen insan cinsinin dünyaya bakışında uzun zamandır “ekonomi” kavramının çok ağır basan bir yeri var. Bu kavram ayrıca “enerji”, “istihdam”, “üretim” gibi alt-başlıklara bölünüyor. Şüphesiz bunlar hepsi çok önemli, ama dünyanın bütünü değil. “Ekonomi”nin bu rakipsiz ağırlığına karşılık “estetik” gibi bir kavram ve onun “tarih”, “doğa” gibi alt-başlıkları fazlasıyla hafif kalıyor. Ama dünyayı ve doğayı bir ekonomik işletme gibi gören bu mühendis ya da girişimci zihniyetinde “verimlilik” kavramının “güzellik” kavramıyla dengelenmesi gerekiyor. “Üretim”, “istihdam” ve benzerleri çok önemli; ama onları düzene koyup insanlara rahat yaşayacak bir gelir düzeyi sağladığınızda, o insanlar ellerindeki imkânlarla ne yapacaklar? Gidip görecekleri bir Munzur Vadisi, şaşkınlığa düşecekleri bir Hasankeyf, hayran kalacakları bir Boğaziçi artık yoksa?
Bu, “ iyi bir hayat” denebilecek bir şeyin araçlarını çoğaltırken amaçlarını yok etmek anlamına geliyor.
Ben öyle her projeye “hayır” deme taraftarı bir yapıda değilimdir. Bunun doğru bir muhalefet biçimi olduğuna da hiç inanmam. Ama Munzur Vadisi’nin baraja dönüştürülmesi gibi bir projeye ancak “hayır” diyebilirim.
Tek Tip ve Bedelli Açıklaması tarih 08.10.2010, 14:17 (UTC)
Savunma Bakanı Vecdi Gönül: Tek tip ve bedelli askerlik için çalışmalar sürüyor.
Daha önceki açıklamalarında bedelli askerlikle ilgili bir çalışmalarının olmadığı belirten Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, bu konuda çalışmaya başladıklarını belirterek "Tek tip ve bedelli askerlikle ilgili çalışmalar devam ediyor. Henüz karara ulaşılmadı, üzerinde çalışılıyor." açıklamasında bulundu.
Bakan Gönül ile Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, 112 acil yardım için bilgisayar destekli sevk ve yönetim sistemi alt yapısı kurulumu çalışmaları hakkında bilgi almak üzere Aselsan’ı ziyaret etti.
Aselsan Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Çavdaroğlu ile Aselsan Genel Müdürü Cengiz Ergeneman tarafından kapıda karşılanan Gönül ile Yıldırım, burada gazetecilerin gündemle ilgili sorularını yanıtladılar.
Bakan Gönül, "Tek tip ve bedelli askerlikte gelinen son nokta nedir" sorusu üzerine, tek tip askerlikle ilgili çalışmaların devam ettiğini belirterek, "Henüz bir sonuca ulaşılamadı" dedi.
-"EDEP YA HU"-
Şovmen Mehmet Ali Erbil’in programında Alevi vatandaşlarca tepkiyle karşılanan sözlerinin hatırlatılarak, "Olay Erzincan’a canlı bağlantı kurduğu sırada gerçekleşti. Bir Erzincanlı olarak siz ne düşünüyorsunuz" diye sorulması üzerine Ulaştırma Bakanı Yıldırım da "Biz incinsek de incitmeyiz ama densizlik yapan olursa onun da cevabını veririz. Zaten hemşerilerimiz gerekli cevabı vermiş. Alevi Bektaşi kültüründe güzel bir söz var: Edep ya hu" diye konuştu.
Mehmet Ali Erbil, Mehmet Ali Erbil daha böyle gaf yapmadı (Mum söndü) tarih 08.10.2010, 14:12 (UTC)
Ünlü şovmen Mehmet Ali Erbil, Star TV'de yayınlanan 'Çarkıfelek' isimli yarışma programında Alevi vatandaşları kızdıran büyük bir gaf yaptı. Bu gaf Mehmet Ali Erbil'in programını bitirdi.
Ünlü şovmen önceki akşam Çarkıfelek programında, espri yapmak isterken 'mum söndü mü yapıyoruz burada?' deyince Aleviler'in büyük tepkisine neden oldu.
Yıllar önce şovmen Güner Ümit'in yaşadığı talihsizliğin benzerini önceki gün Mehmet Ali Erbil yaşadı. Güner Ümit programında "Yoksa siz Kızılbaş mısınız?" demiş ve sonrasında yaşananlar nedeniyle Ümit, popülaretesinin zirvesinde olduğu bir dönemde ekranlara veda etmek zorunda kalmıştı. Alevilerden gelen yoğun tepki Ümit'in televizyonculuk hayatının da sonunu getirmişti. Ünlü şovmen Mehmet Ali Erbil'de önceki akşam Çarkıfelek programında, espri yapmak isterken 'mum söndü mü yapıyoruz burada?' deyince Aleviler'in büyük tepkisine neden oldu. Olay şöyle gerçekleşti. e Çarkıfelek programında Erzincan'la yapılan canlı yayın sırasında bağlantı kopunca ekran aniden karardı. Şovmen Erbil bunun üzerine canlı yayında, "Mum söndü mü yapıyoruz burada?" dedi.
Bu sözler Alevi vatandaşlarının İstanbul, İzmir ve Ankara'da protesto gösterilerine neden oldu. Olaydan sonra Star TV'nin telefonları protesto için arayan Alevi vatandaşların telefonlarıyla kilitlendi. Çarkıfelek programının dün sabah yapılan toplantı sonrası yayından kaldırıldı. Canlı yayında yaşanan gaf sonra Alevi vatandaşları protesto eylemlerini gece geç saatlerine kadar sürdürdüler.
Balkız: Erbil bir hokkabazdır
Ankara'da ise Erbil'e tepki gösteren Alevi Dernekleri üyesi yaklaşık 30 kişilik grup Doğan Medya Center önünde toplandı. Grup adına açıklama yapan Alevi Bektaşi Federasyonu Derneği Ali balkız Erbil'in sözlerini "modern çağda yapılmış bir karalama" olarak nitelendirdi. Balkız, "Mehmet Ali Erbil denilen müsveddenin sözlerini sadece Aleviler değil, Sünniler, demokratlar, laik insanlar, vicdan sahibi insanlar kınadı. Erbil bir şovmendir, bir hokkabazdır, bir madrabazdır. Ona bu lafları etmek düşmez. O gitsin Kıbrıs Kumarhanelerinde, Kıbrıs plajlarında yapması gerekenleri yapsın" dedi.
İzmir ve İstanbul ayağa kalktı
İzmir'de Hürriyet gazetesi binasının önünde toplanan yaklaşık 200 kişilik grup pankart açarak ünlü sunucuyu ve yayıncı kuruluşu protesto etti. Bazı eylemciler binayı yumurta yağmuruna tutarken, polisin güvenlik önlemi aldığı görüldü. İstanbul'da da Doğan Medya Center önünde biriken Alevi vatandaşlar Erbil'i ve programını protesto eden sloganlar attılar.
Düşkün ilan edilmeli
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Sivas Şubesi Başkanı Cahit Albayrak, Mehmet Ali Erbil'in şov programında 'Mum söndü mü oynuyoruz?' diyerek Alevileri rencide ettiğini söyledi. Albayrak, "Alevi felsefesinde Alevilik ve toplumun değerlerine aykırı hareket edenler 'düşkün' ilan edilir. Ancak toplum bu tür programları izlemeyerek Erbil'i 'düşkün' ilan etmeli." dedi.
Erbil: Ben Alevilerle can ciğerim
Yaşanan kriz daha sonra, zorunlu din derslerini konu alan CNN Türk'teki 'Tarafsız Bölge' programına da taşındı. Programa katılan, Fevzi Gümüş ve Alevilik Araştırma Merkezi'nden hukukçu Ali Yıldırım, Erbil'i kınadıklarını dile getirdi. Bu sırada Mehmet Ali Erbil canlı yayına bağlanarak, kullandığı ifadenin anlamını bilmediğini, bu sözün Alevileri rencide ettiği konusunda bir bilgisi olmadığını belirterek şöyle konuştu: "Benim amacım şov yapmak, eğlence programı yapmak. Bu laf, hayatımızda çocukluğumuzda kullanılmış bir laf belki. Ben Alevi kesimle can ciğer olmuş biriyim. Alevi kesimde binlerce dostum var. Bir yanlış anlaşılma olduysa özür diliyorum. Onların en azından iyi niyetime güvenip, onları incitecek, rencide edecek bir laf çıktıysa ağzımdan özür diliyorum."
Star Tv: Müsamaha gösterilemez
Alevilerin tepkisi üzerine Star Tv yönetimi apar topar programı yayından kaldırdı. kanal izleyicilerine şu açıklamayı yaptı. "Programda, vatandaşlarımızı rencide eden bir ifade kullanıldığı görülmüştür. Bu ifadeyi kullanan sanatçının herhangi bir kötü niyetinin ve kasıtlı bir davranışının olmadığını düşünüyoruz. Nitekim kendisi de derhal bu ifadesinden dolayı katıldığı bir başka TV programında özür dilemiş bulunmaktadır. Buna rağmen, kasıtlı ya da kasıtsız vatandaşlarımızı rencide eden hiçbir ifadeyi müsamaha ile karşılamamız mümkün değildir. Bu anlayıştan hareket eden STAR TV Yönetimi anılan programın kaldırılmasına karar vermiştir."
Sigotadan emekli maaşıyla geçiniyorum
1995 yılında Turnike adlı programı sunan Güner Ümit canlı yayında "Yoksa siz Kızılbaş mısınız?" demiş ve Alevilerden gelen tepkiler nedeniyle Ümit ekranlara veda etmek zorunda kalmıştı. O günden sonra iş bulamayan şu anda sadece emeklilik maaşıyla geçinen Ümit, Erbil'in mum söndü lafını bilerek söylemediğini ifade etti.
Şimdi en çok Mehmet Ali üzülüyordur
Ümit sözlerine şöyle devam etti: "Çok şaşırdım. O da benim gibi çok büyük talihsizlik yaşadı. Üzüldüm. Erbil'in bu sözleri bilinçli olarak sarf ettiğine inanmıyorum. Hiçbir futbolcu bilerek isteyerek kalesine gol atmaz. Bu insanın aklından zoru var demektir. Şimdi herkesten çok o kahroluyordur.Yaptığım o hata değirmen taşı gibi boynuma asıldı. Kahrolmak ne demek anladım. O yıllarda neler yaşadığımı hiç unutamam. Bu çok acı kötü bir şey. Alevi dostların Mehmet Ali'yi fazla ciddiye alıp üzerine gideceklerini sanmıyorum. Yapı itibarıyla Mehmet Ali zaman zaman ipin ucunu kaçırıyor ama kasıtlı olarak bu lafı etmesi mümkün değil. Kendimden pay biçiyorum. Nasıl benim kastım yoksa, Mehmet Ali de böyle bir talihsiz laf etti"
O acının izi geçmiyor
Halkın tepkisinin çok doğal olduğunu söyleyen Ümit, "O konuda iki yıl hapis istemiyle yargılandım sonra beraat ettim. Çünkü bir suçun oluşabilmesi için bir kasıt olması gerekiyor. Zaten halkın vicdanlarda da böyle bir mahkûmiyetim olmadı. Allah kimsenin başına vermesin. En çok o talihsizliğe uğrayan insanı yaralıyor. Onun izi geçmiyor. Artık televizyonculuk defterini kapattım. Bir nevi kendimi emekliye ayrıldım. Sigortadan emekli maaşımla geçiniyorum. Karı koca emekliyiz evde oturuyoruz. Her şeyin bir sonu var. Zamanı gelince çekilmesini de bilmek gerekiyor. Bizimkisi zamansız talihsiz oldu ama ne yapalım kader."